USD

-
-%

EUR

-
-%

GBP

-
-%

ALTIN GR

-
-%

BIST 100

-
-%

Portre

16 Ağustos 2023 11:41

“Mücadeleyi, savaşmayı ve zor işlere girmeyi seviyorum”

#PlatinPortre'nin beşinci konuğu olan İstanbul Hububat Bakliyat Yağlı Tohumlar ve Mamulleri İhracatçıları Birliği (İHBİR) Yönetim Kurulu Başkanı ve Tayaş Gıda Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Kazım Taycı: “Mücadeleyi seviyorum, savaşçı bir karakterim var. Zor işlere girmeyi de severim, korkmam da. Askerliği bile çok severek yaptım. Masa başına koydular istemedim. ‘Beni doğaya salın' dedim. Bulgaristan'ın NATO tatbikatına gönüllü gittim”.

“Mücadeleyi, savaşmayı ve zor işlere girmeyi seviyorum”

İstanbul Hububat Bakliyat Yağlı Tohumlar ve Mamulleri İhracatçıları Birliği (İHBİR) Yönetim Kurulu Başkanı ve Tayaş Gıda Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Kazım Taycı, bizi her fırsatta dinlenmek için gittiği Gebze'deki evinde ailesiyle birlikte ağırlarken sorularımızı içtenlikle yanıtladı. Kazım Bey cevaplarıyla, doğasever ruhunu ve derin portresini gözler önüne serdi. Detaylar sohbetimizde...

* Kazım Bey nasılsınız, şu ara kafanızı neler meşgul ediyor?

İşimiz tarımla çok bağlantılı. Tarım verilerinin de çok iyi olmasıyla beraber güzel bir yaz geçiriyoruz. Baktığımız zaman ilk dönemlerde yağışların az olması bizi biraz tedirgin etti ama sonradan tarımın ihtiyacı olan yeterli yağışlar alındı. Şu anda rekoltelerimiz de gayet iyi durumda. Bahçemizdeki ağaçlarımızda bitkilerimizde verim gayet iyi. Yani, bu yıl dostlarımızdan domatesimiz, biberimiz, patlıcanımız, her bir şeyimizi de bol bol alıyoruz. Güzel bir yaz yaşıyoruz. Kısacası her şey güzel...

"KONYA OVASI'NIN ÇOCUKLARIYIZ"

* Tarım elbette çok kırsal bir olgu. Bu da demektir ki aranızda ne kadar aracı olursa olsun, kırsaldaki insanlarla iletişim halinde olmanız gerekebiliyor. Bu süreç hayatınıza nasıl yansıyor?

Konya Ereğliliyiz. Dolayısıyla Konya Ovası'nın çocuklarıyız. Konya Ovası'ndan geliyorsanız zaten bir parçanız muhakkak tarım. Akrabalarımız çiftçilikle uğraşıyor. Sürekli Konya'ya seyahat ediyoruz. Trakya'da üyelerimiz var. Oraya da gidip geliyoruz. Muş Ovası komple yine üyelerimiz tarafından işletiliyor. Aşağı yukarı 70 bin dönümlük bir ovadır. İşimiz gereği sürekli gidip geldiğimiz için tarımla ve tarımla uğraşan insanlarla yakın vaziyetteyiz. Onlarla sürekli sohbetlerimiz oluyor. Ne tip ihtiyaçları var, ne tip gereksinimleri var? Bunlarla da ilgileniyoruz. Köyde kimin oğlu evlendi, kimin kızının ne ihtiyacı var gibi konular da daima radarımızda. Özellikle muhtarlarla sohbetlerimiz, toplantılarımız oluyor çokça. Onların bizlerden beklentileri şu; bugün gerçekten köylerde çok ciddi bir boşalma var. Yani çiftçilik ve tarımla uğraşmak kolay bir iş değil. Fiziken de güç gerektiren, emek gerektiren bir iş. Bizden en büyük beklentileri ve talepleri onlara da para kazandırmamız. Yani bu insanların yüzünün gülmesi gerekiyor. O zahmetlere katlanmalarının karşılığını vermeliyiz.

"YERLİ TOHUMUN VERİMLİLİĞİNİ ARTIRMAYA ÇALIŞIYORUZ"

* Yerli tohumda ne aşamadasınız?

Tohum stratejik bir ürün. Bugün baktığımız zaman ağırlık olarak ithalata tabiyiz. İthal yani hibrit tohumlardan dönüm, metrekare başına alınan miktarlar ata tohumlarından daha yüksek. Hâlbuki bizim kendi tohumlarımız daha lezzetli ve kaliteli. Ancak ticari karşılık bağlamında hibrit tohumların karşısında eziliyor. Örneğin, ithal tohumlardan metrekarede 50 kilogram alınıyorsa yerli tohumda 25-30 kilogram alınıyor. Bu sefer fiyat tutturma ve rekabet etmede zorlaşıyor. Peki, onların verimliliğini nasıl artırabiliriz? Hem bunların miktarını hem de metrekaredeki verimliliklerini artırmak adına çalışmalarımız var. Özellikle nohut, fasulye ve mercimekte çok önemli mesafeler aldık. Ama buğday, arpa, yulaf ve çeşitli tahıllarda biraz daha çalışmamız gerekiyor. O çalışmalarımız da iyi gidiyor. Tahmin ediyorum önümüzdeki 5 yıllık periyotta daha güzel sonuçlar alacağız. Zira üniversitelerimizle birlikte çalışıyoruz. Güneydoğu'daki, İç Anadolu'daki hatta İstanbul'daki, Ege'deki tüm üniversitelerimizin gıda ve ziraat bölümleriyle birlikte çalışıyoruz.

"EN BÜYÜK RAHATLIĞIM DOĞADA OLMAK"

* Ailenizle nasıl vakit geçiriyorsunuz?

İki kızımız var. Büyük kızımız yurt dışında eğitim hayatını devam ettiriyor. Küçük kızım, bu yıl lise sınavına girecek. Sürekli aktif seyahat halindeyiz. Yurt dışındaki fuarlar, sektörel ziyaretler, satın alma heyetleri, serbest ticaret anlaşmaları için yapılacak her türlü görüşmeler ve aynı zamanda pazar araştırmaları için düzenli gidip geliyoruz. Fırsat bulduğumuz her süreçte de tabii ailemleyim. Onlar cephesinde birtakım şikayetler var ama ne yapalım? Biz de her tercih bir vazgeçiştir diyoruz. Yani bir şeylerden taviz vermek zorunda kalabiliyoruz. Ama çok şükür mutluyuz. Öte yandan doğayla baş başa olmak benim en büyük rahatladığım, kafamı dağıttığım, boşalttığım yer. Birçok doğa sporuyla da uğraşıyorum. Off-road, avcılıkla, kamp bunlardan sadece bazıları. Ayrıca karavanlarım var. Eşimle gidiyorum. Çocukların da geldiği oluyor, onlar da seviyorlar. Daha önce iki sefer Avrupa turu yaptık karavanla. Şahsen uzun yıllardan beri bir otele gidip de bir deniz kenarında bir şezlongda yattığımı hatırlamıyorum. Çünkü keyif almıyorum. Eşim de benim gibi seyahati sever. Mesela kışın yakın bölgelerde kampa gittiğimiz yerler vardır, kış kampları. Bunlara çoğunlukla arkadaşlarla gidiyoruz. Büyükçe ateşimiz, dışarıda kar kıyamet, etrafında toplanmalar...

(Kazım Taycı, hafta sonları ailesiyle vakit geçirmekten keyif alıyor)

"16 YAŞINDAN BERİ SEYAHAT EDİYORUM"

* Peki, karakterinizi en öne çıkaran özelliğin ne olduğunu düşünüyorsunuz?

Mücadeleyi seviyorum. Yani savaşçı bir karakterim var. Zor işlere girmeyi severim, korkmam da. Askerliği bile çok severek yaptım. Beni masa başına koydular istemedim. "Beni doğaya salın" dedim. Bulgaristan'ın NATO tatbikatına gönüllü gittim.Türkiye'de yaşamasaydım Almanya'nın dağlık köylerinde yaşayabilirdim. Örneğin, Alpler'de yaşamayı tercih edebilirim. Eşimle kuş uçmaz kervan geçmez yerlerde konakladığımız çoktur. Eşim de böyle seviyor. Zaten eş sevmiyorsa bu iş olmaz. Öte yandan işimiz gereği de 100 ülke gezdik. Ben 16 yaşından beri seyahat ediyorum.

"Tohum stratejik bir ürün. Bugün baktığımız zaman ağırlık olarak ithalata tabiyiz. İthal yani hibrit tohumlardan dönüm, metrekare başına alınan miktarlar ata tohumlarından daha yüksek. Hâlbuki bizim kendi tohumlarımız daha lezzetli ve kaliteli"

"HER BÖLGEYE FARKLI AMBALAJLAR GELİŞTİRİYORUZ"

* İş vizyonunuzdan da bahseder misiniz?

Yurt dışındaki insanların yaşam biçimleriyle çok ilgileniyorum. 160 ülkeye ihracat yapıyor olabilmemizdeki en temel sebeplerden biri de bu. Her ülkenin ayrı bir damak tadı, farklı görsel zevkleri var. Ürün çeşitlerimize baktığınız zaman aynı ürünün farklı farklı birçok ambalajı olduğunu görürsünüz. Afrika bölgesine yapıp satacağımız ürünlerin ambalajları farklı; Avrupa'nın, Güney Amerika'nın, Orta Asya'nınki farklıdır. Onların kendi görsel zevklerinde ürünler geliştiriyoruz. Yerel tatlara, yerel görsel, ambalaj ve tasarımlara çok önem veriyoruz ve hızlı adapte oluyoruz. Ülke çeşitliliğine odaklandık. En önemli farkımızın bu olduğu kanaatindeyim. Yüzde 90 oranlarında ihracatçıyız ve 160 ülkeye mal satıyoruz.

(Kazım Taycı ve Ali Demirtaş)

"AİLE ŞİRKETLERİ AYNI ZAMANDA ÜLKENİN BİR DEĞERİDİR"

* Şirketiniz, 60 yıllık bir aile şirketi. Siz üçüncü jenerasyonsunuz. Bir aile şirketinin bu kadar uzun soluklu olabilmesindeki en önemli etkenler nedir sizce?

Şeffaflık, samimiyet ve adalet. Bunların mutlaka olması gerekiyor. Herhangi birinin olmaması durumunda aile şirketleri kısa sürede kaza yapabilirler. Ancak bazen sadece kendi gördüklerinizle her şeyi yapamayabiliyorsunuz. Bu nedenle zaman zaman dış destek de alıyoruz. Danışmanlık aldığımız hocalarımız var. Öte yandan bütün aile fertlerine karşı adil olmanız şart. Samimiyet konusu ise şu, kalbinizden geçenle düşündüğünüz şeyler aynı olmalı. Kafanızdan farklı şeyler planlamamalısınız. Şeffaflık ise gizli saklı bir şeyin olmaması ile ilgili. Her şeyi birlikte paylaşmalısınız. Ayrıca ailenin içerisinde bir tartışma kültürü olmalı, tartışabilmelisiniz. Benden küçük üç kardeşim var. Onlarla oturuyoruz ve bazen kırmızı çizgi, tabu denilecek konuları bile çok rahatlıkla tartışabiliyoruz. Ailelerimizi ise işimizin içerisine bir yere kadar dâhil ediyoruz. Dördüncü jenerasyon için ise şunu düşünüyoruz. 8 yeni jenerasyondan gelen çocuğumuz var. Onları danışman hocalarımızla birlikte takip ederek kabiliyetlerini tespit edip, şirketin içerisine alacağız. Alınmayanlara ise babaları iş imkanı yaratacak. Türk aile şirketlerinde 'benimle doğdu, benimle bitsin' gibi bir anlayış var. Ama öyle değil. Aslında bu şirketler aynı zamanda ülkenin. Sadece bizim değil, toplumun bir değeri. Bizim de bu şirketleri ona göre korumamız, kollamamız ve geleceğe taşımamız şart. Hâlihazırda 3 üretim şirketimiz, 4 ticari şirketimiz var. Toplam 7 şirketle operasyonumuzu yürütüyoruz. 1500 kişiyi istihdam ediyoruz. Bunu devam ettirebildiğimiz, yaşatabildiğimiz sürece hem bu ülke hem de bu kadar insan buradan ekmek yiyecekler, hayatlarını idame ettirecekler. Esas amacın bu olması gerektiğine inanıyorum. Kişisel egoların, isteklerin, keyiflerin değil; öncelik şirketin olmak üzere toplumsal ve ülkesel menfaatler göz önünde tutulmalı. En keyif aldığım, en motive olduğum şeylerden biri üretim yapmak. Herhangi bir üyemizin ihracat yapmaya başladığını görmekse en büyük motivasyonum.

EN ÇOK OKUNANLAR