USD

-
-%

EUR

-
-%

GBP

-
-%

ALTIN GR

-
-%

BIST 100

-
-%

Sanat

05 Eylül 2019 18:37

Etkileyici mekanlarda görsel bir yolculuk

Dünyanın sanat ve kültür mirası olan yapılarını fotoğraflayan Ahmet Ertuğ, hazırladığı kitaplarla bu değerlerin daha geniş kitlelerle tanışmasını sağlıyor. Ertuğ, sanatı ve sanatçıyı desteklemenin çok kıymetli olduğunu vurgularken iş dünyasının da bu konuya titizlikle yaklaşması gerektiğinin altını çiziyor

Etkileyici mekanlarda görsel bir yolculuk

Dünyaca tanınmış fotoğraf sanatçısı Ahmet Ertuğ ile randevulaştıktan iki gün sonra Ertuğ’un Beyoğlu’ndaki ofisine gidiyoruz. Semtin tarihi yapılarından birinin önündeyiz. Kapısından içeri girdiğimizde büyüleniyoruz. Zira biri krem rengi diğeri de mint yeşili iki çini soba, ahşap bir sandık ve masa karşılıyor. İki merdivenle arkadaki odaya giriyoruz. Burası Ertuğ’un galerisi; Dev fotoğraflarla çevrilmiş salonun bir kenarında ise sanatçının çekimlerinde kullandığı Sinar marka körüklü makine duruyor. Ahmet Ertuğ, mükemmeliyetçiliği ile tanınıyor. Dünyanın en değerli yapılarına girip, mimarlıktan da aldığı bakış açısıyla fotoğraflıyor. Hazırladığı her kitabın arkasında ise muazzam bir çalışma yer alıyor. Sorularımız, merak ettiklerimiz çok fazla. Ahmet Ertuğ ise titizlikle Platin’in sorularını yanıtlıyor.

Bir röportajınızda, “Çok iyi bir mimar olabilirdim” dediğiniz mesleğinizi neden bıraktınız? 

Londra’da Architectural Association’da mimarlık eğitimi aldım. Richard Rogers ve Zaha Hadid gibi birçok efsane mimarın çıktığı bu okuldan mezun olan ilk Türk oldum. İngiltere ve İran’da çalıştıktan sonra İstanbul’da Sedad Hakkı Eldem ile de 10 yıla yakın işbirliği yapma olanağı buldum. Sedad Bey ile çok yakın bir dostluğumuz oldu. Bir mimarın kendini nasıl eğitmesi gerektiğini ondan öğrendim. İstanbul’da yapmış olduğum birkaç büyük projede telif hakları tecavüzleri ile karşılaştım ve o nedenle mimarlık mesleğini bıraktım. Fotoğraf sanatçısı ve editör olarak mimari miras üzerine özel kitaplar yayınlamaya karar verdim.

Fotoğrafla mimarlık eğitiminiz sırasında tanışıyorsunuz. Bu yolculuk nasıl gelişti? Fotoğrafın size hissettirdiği duygular neler oldu?

Fotoğrafı, mimarı eğitim sırasında gezilerimde not defteri gibi kullanıyordum. Londra’da mimarlık okulunda fotoğrafla ilgili bir workshop'ta Linhof 4x5 inch Master Technica kameranın arka vizöründen büyüteçle baktığımı hatırlıyorum ve o günkü hissimi unutamam. Kamera ve objektif yalın tuğla bir duvara doğru bakıyordu ama o tuğla duvarın sanki içine girmiştim, duvarı bambaşka bir hisle görüyordum. O gün büyük formatlı kamera ile ilk tanışmam olmuştu. Londra’da 1970-74 yıllarında yaptığım fotoğraf çekimlerim arasında özellikle renkli Jamayka sokak festivallerini hatırlıyorum. Daha sonra 1974-76 yıllarında İran’da çekimlerim siyah-beyaz yöresel mimari üzerine ve renkli olarak da turkuaz çinilerle bezeli anıtsal yapıları çektim. 1978’de Japonya’da 6x7 cm orta formatlı kamera ile fotoğraflar çekiyordum. Japonya sayesinde fotoğraf konusunda çıkacağım görsel yolculuk başladı.

İRAN VE JAPONYA’DAN ETKİLENİYOR

Sizi fotoğraf sanatına iten iki ülkeden bahsediyorsunuz; İran ve Japonya. Bu ülkeler sizi hangi açılardan etkiledi?

Japon Vakfı’nın verdiği profesyonel Fellowship ödüllerinden birini kazanarak 12 ay Japonya’da ülkenin önemli Zen mabetlerini, bahçelerini ve yöresel mimari örneklerinin fotoğraflarını çektim. Bu ödülü kazanan ilk mimar oldum. Japonya’da mimari mekana bakış ve Japon estetik değerlerini öğrendim. 

Örneğin bir Zen bahçesine girmeden önce küçük ön bir avluya giriyorsunuz ve orda bulunan yuvarlak küçük bir pencereden bahçenin size bir tadımı veriliyor. Bu gibi estetik detaylar perde perde açılarak bir şölene dönüşüyor. İran’da iki yıl boyunca Şuştar tarihi kentinin koruma planı ve yeni Şuştar kenti yerleşim konseptini tasarladım. İran’ın Kashan, Isfahan, Dezful, Yazd, Shiraz gibi tarihi kentlerine gittim ve anıtlarını çarşılarında fotoğraflar çektim. İran’da Isfahan, Kashan çarşılarında mimari mekanlarda ışıkla gölge ilişkisini, sert güneş ışınlarının nasıl organik mimari yöntemlerle yumuşatıldığını gördüm. Tüm bu olağanüstü mimari mekanların fotoğraflarını çekebilme ve bu mekanları sergi ve yayınlarla insanlara gösterebilme olanağını buldum. 

Mimari bakış açınız, fotoğraflarınıza nasıl yansıyor?

17 ve 18’inci yüzyıl mimari gravürlerde yaratılan perspektif kurgusu; örneğin Melling’in Topkapı Sarayı’nda Harem’in içini gösteren perspektif gibi geniş açılı ve detay içeren bakışlar fotoğraflarıma çok yakın. Mimarlıkta mekanlara ortogonal-tam ortadan simetrik bir bakış vardır onu fotoğraflarımda uyguluyorum. Sedad Hakkı Eldem’den özellikle bu bakışı öğrendim.

1980 yılında Ertuğ-Kocabıyık Yayın Evi’ni kurarak kitaplar basmaya başladınız. Hangi konularda toplam kaç kitap oldu? 

E&K olarak 21 adet kitap, kendi yaptıklarımla birlikte toplam 30 kitap yayınlandık. Bu kitaplar ülkemizdeki arkeolojik mirası, Mimar Sinan'ın eserlerini Türk halılarını, İznik çinilerini konu aldı. Sonraları yurt dışına da taşarak kütüphaneler, tiyatrolar, kubbeli mekanlar üzerine de kitaplar gerçekleştirdik. Tüm bu kitaplarda fotoğrafları çektim, kitapların editörlüğünü ve tasarım konseptini gerçekleştirdim.

Kitaplarınızı ilki hangisiydi? Bu yolculuğa hangi proje ile nasıl başladınız?

İlk kitabım İstanbul:Gateway to Splendour’idi. Koç Amerikan Bankası sponsor olmuştu. O tarihte genel müdür olan Dieter Seifert, 10 fotoğraf baskısıyla yaptığım sunumu beğenmiş ve birkaç gün sonra da yönetim kurulunun onayını alarak gerekli olan finansmanı sağlamıştı. Bana kitap dünyasının sihirli kapıları açan ilk ileri görüşlü finans yönetici Seifert oldu.

Sizi en çok etkileyen proje hangisiydi? 

St. Petersburg’da Hermitage Müzesi ile ilgili yaptığım kitap projesi oldu. Müzenin 250’nci yılı için müze başkanı Prof. Piotrovsky, beni St. Petersburg’a davet etti. Bir yıl içinde bu kitabı tamamladım. Rusça ve İngilizce olan kitabın ilk nüshası Kremlin’de Devlet Başkanı Putin'in kütüphanesinde yer alıyor. Kitabın sponsorları da Rusya’da yaşayan ve yöneticilik yapan 5 yabancı iş adamı olmuştu. Benimle ilk görüştüklerinde Rusya’da kazandıklarına karşılık bir kültür hizmeti yapmak istediklerini belirtmişlerdi. Kitabın son sayfasında bazıları, isimlerinin sponsor olarak mütevazi bir şekilde belirtilmesine onay verdi.

Kitaplarınız hangi ülkelerde yayınlanıyor? Kitaplarınızı satın alan kitleden bahsedebilir misiniz?

Kitapların yayınlanması İtalya, Almanya ve İsviçre’de gerçekleşti. En iyi matbaa ve ciltçilerle çalışıldı. Sanat kitapları konusunda olağanüstü bir standart geliştirdim. Dünyanın her tarafından kitaplarıma talep var. Ama artık kitapevlerinin sayısı çok azaldığı için internet üzerinden satışlar olmakta. Kitaplarımı satın alan insanlar, mimari mirasa ve arkeolojiye meraklı insanlar. Bir efsane olan Karl Lagerfeld’in Paris’te Galignani Kitabevi’nden birçok kitabımı satın aldığını biliyorum.

“SANATÇIYA HİMAYE EDİLMELİ”

Sizce iş adamlarının sanata olan yaklaşımı nasıl olmalı?

Mimar Sinan Sultan Süleyman’ın himayesinde olduğu için dünya çapında büyük işler başardı. İş adamları sanatçıyı himaye eden kişiler olmalı ve sanatçıya destek olmalı. Bu birliktelikle ancak sanat kalkınabilir. Floransa’da Rönesans dönemine ait kütüphaneler var ve hâlâ kullanılıyor. Bunlar Medici'ler gibi soylu ailelerin zenginliklerini göstermek amacıyla kurdukları kütüphaneler. Bu gibi kültürel destek yarışlarının ülkemizde de başlaması gerekiyor. Kütüphane kurmak ya da mevcut bir kütüphanenin eksiklerini giderecek kitapları satın alıp hibe etmek gibi katkılarla hayatımızda gurur duyacağımız işlerin sayısını artırmalıyız. Bu gibi katkıları da sadece büyük şirketlerden beklememeliyiz.

Siz de sanatçıyı desteklemeye özen gösteriyorsunuz. Buradaki amacınız nedir? 

Klasik müzik alanında babamın anısına bazı desteklerde bulundum. Çellist Çağ Erçağ’ın 1740 yapımı Petrus Guarneri çellosunu satın alabilmesi için Borusan Kültür Yönetim Kurulu’nda görev yaparken bana verilen maaşımı bir kaç yıl bu amaca yönelik bağışladım.

18 AYDA 30 KÜTÜPHANE

Kütüphaneler kitabınızdan bahsedelim. Nasıl gelişti bu proje? Kaç kütüphanede, kaç gün çalıştınız?

Mimari konularda ve İstanbul ile ilgili antik kitaplarım olması ve yayıncı olduğum için kütüphaneler çok özel mekanlar olarak ilgimi çekiyor. Bu konuda o tarihte detaylı bir kitabın olmayışı nedeniyle E&K olarak bir sanat kitabı yapma kararı aldık. Bu amaçla birçok ülkeyi dolaşarak 30 kütüphanenin fotoğraflarını çektim. Proje, 18 ay sürdü. Bu kitapta yer alan kütüphaneler içinde en çok Dublin Trinity College Kütüphanesi fotoğrafları ile uluslararası düzeyde tanınmaya başladım. New York’ta Phillips Müzayede’nin yer aldığı binanın cephesi bir süre bu fotoğrafla kaplandı.

En çok hangi kütüphaneden etkilendiniz?

Bir kaç ay önce çektiğim Napoli’deki Girolamini Kütüphanesi, en etkilendiğim kütüphane denebilir. Burası uzu süre bir hırsızlık olayı yüzünden kapalıydı. Açılmadan önce de ilk olarak bana burada çekim yapma izni verdiler. Büyük bir manastırdaki bu kütüphaneye uzun koridorları geçtikten sonra varılıyor. Küçük bir kapıdan içeri girdiğimde içerdeki gizemli sarı ışığın altında kütüphane mekanı bir rüya alemi gibiydi. Kitapların üzerine direkt güneş ışığı gelmemesi için tüm pencerelerde sarı cam kullanılmış. Bir kütüphanede hayal edemeyeceğiniz kadar kıymetli Hellenistik antik vazoların okuma salonunda yer aldığı bu mekanda bana saatlerce çalışma imkanı verildi.

Türkiye’nin kütüphaneleri ile ilgili gözlemleriniz neler? 

İstanbul’da en beğendiğim kütüphane İstanbul Arkeoloji Müzeleri Kütüphanesi ve Beyazıd Üniversite Kütüphanesi’dir. Alman ve Fransız Arkeoloji kütüphaneleri de çok özel.

FOTOĞRAFLAR PARİS’TE BANYO EDİLİYOR

Fotoğraflarınızın banyoları ve baskıları yurt dışında yapılıyor? Hangi ülkelerle çalışıyorsunuz? Bu süreci paylaşabilir misiniz?

Filmlerim, çekim sonrası Paris’te banyo ediliyor. Dijital kameraların kullanıma girmesi ile son yıllarda film yıkayan laboratuvarlar kapandı. Profesyonel büyük boyutlu film yıkayabilen birkaç yer kaldı. Paris’teki bu laboratuvar da son kalan dinozor gibi. Çekimler bittikten sonra ekipten bir kişi trenle Paris’e filmleri banyoya götürüyor. Daha sonra İstanbul’a gelen filmler arasından bir seçki yapılıyor ve stüdyomdaki drum scanner’de taranıyor. Bu fotoğraflar sergileme amacıyla büyük boyutlu basılıyor. Baskılarım Almanya ve New York’ta yapılıyor. Çalıştığım yerler bu konuda dünyanın en iyi atölyeleri.

Sinar marka körüklü fotoğraf makinesini kullanıyorsunuz…

Sinar, İsviçre’de elde yapılan bir fotoğraf makinası. Ancak artık film kullanılan makinalar üretilmiyor. Objektifler de Almanya’da Schneider ve Rodenstock imalatı. 20x25cm boyutunda film kullanarak çekimleri yapıyorum. Bu makinayı genelde üç kişiden oluşan bir ekiple taşıyor ve kullanıyorum. Büyük ve ağır bir tripodla kullanılması gerekiyor. Ağırlık ise kameranın kendisiyle birlikte 20 kg. Filmleri her akşam kasetlere yüklemem gerekiyor. Yaklaşık 20 film kasetim var, 40 film yüklenebiliyor. Her kaldığımız otelin banyosunu karanlık odaya çeviriyorum ve gece karanlıkta filmleri kasetlere koyuyorum. Yaklaşık 1,5 saat süren çok titiz bir iş. Bu işlemi kendim yapıyorum. Karanlıkta geçen meditatif bu süreç, ertesi günü yapacağım çekime odaklanmamı sağlıyor. Çekim sırasında kamerayı koyacağım noktayı içgüdüsel bir hisle buluyorum. Bu konumu o yapıyı yapan mimarın eserine baktığı nokta olarak hissediyorum. Fotoğrafıma bakan izleyicileri de bu gizemli mekanlar içinde bir yolculuğa çıkarıyorum. Fotoğrafını çektiğim mimari eserle çok özel bir ilişki kuruyorum ve birkaç dakika süren bir pozlandırma oluyor. O esnada tüm ekibim kımıldamadan ve konuşmadan bir sessizliğe bürünüyor.

Bugünlerde hangi projeler üzerinde çalışıyorsunuz? 

İtalya’da Rönesans'ın hakim olduğu kentlerde kütüphane, tiyatro, devlet arşivleri, sarayların ve konakların fotoğraflarını çekiyorum. En son Napoli ve Palermo’da çekimler yaptım. Olağanüstü etkileyici mekanlarda bulundum. Roma’da tarihi bir saray olan Cumhurbaşkanlığı konutunu da çektim. Leonardo da Vinci’nin ölümünün 500’üncü yılı nedeniyle onun anısına yaptığım bir fotoğraf sergimi de New York’ta Ekim 2019’da sergileyeceğim.

FOTOĞRAFLARI ÖZEL DEPOLAMA SİSTEMLERİ

Verilerinizi nasıl depoluyorsunuz? Arşivlerinizi değerlendirmeyi planlıyor musunuz?

Çektiğim fotoğraflar 20x25cm boyutlarında filmler ve onların yüksek çözünürlükte drum scanner’da taranmış büyük boyutlu dosyaları. Bunlar özel depolama sistemlerinde korunuyor. Kitaplarda bu malzeme yayınlandı ve amacına erişti.

Dijital dünya ile aranız nasıl? 

Analog fotoğraf makinamın yanında birkaç yıldır dijital teknolojileri de back-up destek olarak kullanıyoruz. Bu günlerde çok gelişmiş 150 megapiksel bir dijital kamera sistemini de kullanmaya başladım. Son çekimlerimde bu kamerayı kullandım ve sonuçları çok başarılı buldum. 

Sosyal medya kullanıcısı mısınız?

Instagram kullanıyorum çektiğim fotoğrafları paylaşıyorum. Takipçilerimden aldığım geri dönüşler hangi fotoğrafımın ne kadar etkili olduğunu anlamama yardımcı oluyor. Instagram'ı profesyonel tanıtım amaçlı kullanışımla ilgili bir makale Almanya’da Schauraum mimarlık dergisinin 2018 birinci sayısında Prof. Rolf Sachsse makalesinde yer aldı.

Sizi motive eden şeyler neler? 

Her yeni gördüğüm ve fotoğrafını çektiğim mimari mekan, bana yeni bir kapı açıyor ve beni motive ediyor.

Son olarak bu kadar yoğunluk karşısında formunuzu nasıl koruyorsunuz?

Çekimlerde fit olmamız gerekli. Bu nedenle yaz-kış haftada 3 gün 40 dakika serbest ve sırt üstü yüzerek spor yapıyorum. Yüzerken tek bir şeye odaklanıyorsunuz, o da kafanızı rahatlatıyor. Bir de her sabah 30 dakika süren fizyoterapi egzersizleriyle esnek olmaya çalışıyorum. Bir sonraki çekime hazır olmak gerekiyor.

EN ÇOK OKUNANLAR